İbnAbbas’dan ri­vayet edildiğine göre o şöyle anlatmıştır: Dımâd Mekke’ye geldi. Kendisi Ezd-i Şenûe kabilesine mensuptu ve akıl hastalarının tedavisiyle uğraşırdı. Mekkeli bazı alçakların “Muhammed delidir” de­diklerini işitmiş, bunun üzerine (kendi kendine): “Şunu bir görsem, belki Allah benim vesilemle şifâsını verir” demişti. Nitekim Hz. Peygamber’le karşılaştılar. Dımâd:

– Yâ Muhammed! Ben akıl hastalarını tedavi ediyorum; Allah da, benim vesilemle dilediğine şifâ veriyor. Sana da okumamı ister misin? dedi. Resûlüllah (sas) sözlerine şöyle başladı:

– Hamd Allah’a mahsustur. Biz ona hamd eder; ondan yar­dım dileriz. Allah, kimehidâyet verirse artık onu kimse şaşırtamaz. Kimi şaşırtırsa onu da kimse hidâyete erdiremez. Ben Allah’tan başka ilâh olmadığına, tek olup benzeri bulunmadığına; Muhammed’in de onun kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederim. Bundan sonraDı­mâd :

– Şu söylediklerini bir daha tekrarlasana! dedi. Resûlüllah (sas) bunları üç defa tekrarladı. Bunun üzerine Dımâd:

– Vallahi ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şâirlerin sözlerini de dinledim; ama senin sözlerine benzeyeni hiç işitmedim. Bunlar gerçekten dipsiz derya gibi sözler. Ver elini sana Müslüman olarak biat edeyim!diyerek ona biat etti. Resûlüllah (sas):

– Kavmin adına da mı biat ediyorsun? buyurdu. Dımâd:

– Kavmim adına da biat ediyorum, dedi.

Bir ara Resûlüllah (sas) bir seriyye göndermişti. BuseriyyeDımâd’ın kabilesinin yaşadığı bölgeye de uğradı. Seriyyenin kumandanı askerlerine:

– Bunlardan bir şey aldınız mı? diye sordu. Askerlerden biri:

– Ben bir matara aldım, deyincekumandan:

– Onu geri verin; çünkü bunlar Dımâd’ın kabilesindendir,dedi.

Müslim, Cuma, 46; İbnHibbân, Sahîh, XIV, 528 (Tahkik: Arnavûd); Beyhakî, Kübrâ, III, 214; Ahmed, Müsned, I, 302

Hadisin kahramanı olan Dımâd’ın isminin Dımâm olduğunu söyleyenler de vardır. Psikolojik sorunları olan hastaların tedavisiyle ilgileniyor, onlara bazı tedavi yöntemleri uyguluyordu. Bu ilimle ilgili bilgi toplamak amacıyla zaman zaman Mekke’den uzaklaşıyordu. Bir keresinde yine böyle uzun bir yolculuğa çıkmış, döndüğünde hadiste anlatılanlar yaşanmıştır.Dımâd, Resûlüllahla (sas) peygamberlik görevi öncesinde tanışıyordu.

Müşriklerin Engeli

Mekke dönemi, Allah Resûlü’nün davet adına birçok hakarete maruz kaldığı ve sıkıntılar çektiği senelerdir. Onun getirdiği dine inanmayan, davasına savaş açan müşrikler tarafından Yüce Nebi’ye akla hayale gelmeyecek iftiralar atılıyordu. Halbuki Peygamber Efendimiz Kureyş kabilesinden Haşimoğulları’nın bir ferdiydi. Mekke’de doğmuş, büyümüş ve Mekkeli bir hanımla evlenmişti. Yani Mekkelilerin yakından tanıdığı biriydi. Hatta hemşerileri ona bir de lakap takmışlardı: “Muhammedü’l-Emin” (Güvenilir Muhammed).

Her ne kadar Mekkelilerin kendi elleriyle yapıp, çarşı pazarda sattıkları, sonra da önünde temennâ durdukları putlarını reddediyor ve bu duruma tepki gösteriyor olsa da, hiçbir zaman toplumla ilişkisini kesmemiş, herkesin iltifatına mazhar olmuştur.

Kırk yaşına gelip peygamberlikle görevlendirildikten sonra, her yerde hakkı söylemeye ve putperestlik başta olmak üzere yanlış gidişe baş kaldırmaya başlaması ile kendisine gösterilen tavırlar değişti. İltifatlar, yerini hakaretlere bıraktı. Mekkeliler, putperestlikte direnmekle kalmadı, dışarıdan Mekke’ye gelenleri de Hz. Peygamber’den uzak tutmaya çalıştılar. Zira, gerek ziyaret, gerekse ticaret veya başka sebeplerle Mekke’ye gelen kişilerin, Kur’an’ın etkisiyle ya da Allah Resûlü’nün davetiyle İslam’ı kabul edip Müslüman olmaları hiç işlerine gelmiyordu.

Bir günEzd kabilesine mensup Dımâd adlı zat Mekke’ye gelmişti. Müşrikler ona da Peygamber Efendimiz için, cin çarpmış bir mecnun olduğunu fısıldadılar. Dımâd, bu işlerde ihtisası olan biriydi. Elinden böyle hastalar çok geçmişti. Onları nasıl tedavi edeceğini iyi biliyordu. Belki Muhammed’e de bir iyiliğim dokunur, diye düşündü.

Hitabet Kahramanı

Dımâd, iyi niyetle Resûlullah’ın yanına varmış, ona tedavisi için yardım teklifinde bulunmuştu. Peki, gerçek tabip kimdi?Birçok hastanın elinden şifa bulduğu Dımâd mıydı, yoksa kalplerdeki hastalıklara derman olması için görevlendirilen Hz. Muhammed miydi? Allah Resûlü sözlerine Allah’a hamd ederek başladı. Tıpkı kadîm kitabımızın söze hamd ile başladığı gibi. Sonra hidayetin, yolun doğrusuna ulaşmanın yegâne formülünü açıkladı: Allah’ın yardımı ve desteği… Ondan başka ilâh yoktur, O tektir. Bu tek olan yüce Zât, Muhammed’i (sas) peygamber olarak görevlendirmiştir.Dinin esası olan, Allah’a ve Peygamberine iman ilkesine, öncelikle Peygamberin kendi iman etmiş[1] ve mü’min olduğunu ilan etmiştir.[2]

Peygamber Efendimiz, konuşmasına genellikle böyle bir girizgâh ile başlardı. Bu sebeple hatiplerin konuşmalarına bu cümlelerle başlaması gelenek olmuştur. Bizler, kim bilir kaç defa bu sözleri hatiplerden dinledik durduk? Acaba bu muhteşem ifadeler kaç kişide Dımâd’da yaptığı etkiyi yaptı? O, öyle etkilenmişti ki,Resûlullah’a sözlerini üç defa tekrar ettirdi. Sonra da, böylesi bir sözü ilk defa duyduğunu söyleyerek hayranlığını ifade etti.Dımâd için başka hiçbir şeyi anlatmaya lüzum yoktu. Elini Resûlullah’ın eline uzattı, böylece İslam dinin tüm esaslarını kabul etmiş ve bu esaslara göre yaşayacağınasöz vermiş oluyordu, hemen oracıkta Müslüman oldu.

İslam’ın hayat veren düsturları daha fazla kişinin gönlünde yer yapsın diye Allah Resûlü (sas) Dımâd’a bir görev yüklemek istemişti, “ya kabilen?” diye sordu. Dımâd tereddütsüz kabilesinin de bu dinden haberdar edilmesi görevini üstlendi: “evet kabilem de” dedi.

Vefa, Her Zaman Vefa

İnsanlık Resûlü Ekrem (sas) Efendimizden çok şey öğrendi. Dürüstlük, sadâkat, ahde vefa… O, vefalı olmayı emreden ayetleri ümmete tebliğ etmekle kalmamış, vefanın nasıl gösterileceğine dair birçok örneği de hayatında göstermiştir.

Resûlullah Efendimiz tebliğ görevi için Tâif’e gitmişti. Tâifliler Resûlullah’ın davetini kabul etmedikleri gibi bir de O’nu taşlatmışlardı. Gönlü kırık Mekke’ye dönen Efendimiz şehre girmek için müşrik olan Mut‘im b.Adiy’e haber gönderip himâyesini istedi. Mut‘im isteği kabul etti ve oğullarını da yanına alarak Resûlullah Efendimizi (sas) Mekke’ye soktu. Hz. Peygamber Mut‘im b.Adiy’in bu iyiliğini hiç unutmadı. Bu olayın üzerinden seneler geçmiş, Medine’ye hicret edilmiş, Mekke müşriklerine karşı Bedir’de büyük bir zafer kazanılmıştı. Mut‘im’in oğullarından Cübeyr, Bedir’de alınan esirlerle ilgili konuşmak için Medine’ye geldi. Peygamber Efendimiz onu kabul etti, ricasını dinledikten sonra şöyle dedi:“Eğer, baban Mut‘im hayatta olsaydı ve şu adamlar hakkında ricada bulunsaydı, onları Mut‘im’e kesinlikle bağışlardım.”[3]

Sahabe işte bu vefa dersini çok iyi kavramıştı.

Resûlullah’ın çıkarttığı bir seriyye, hadisimize konu olan Dımâd b. Sa‘lebe’nin kabilesinin bulunduğu yere uğramıştı. Birliğin komutanı askerlerine, kabileden herhangi bir şey alan varsa geri vermesini söylüyordu. Çünkü bunlar, ilk dönemde İslam’ı kabul etmiş ve hem kendisi hem de kabilesi adına Allah’ın Resûlü’ne biat etmiş Dımâd’ın kabilesiydi.


[1] Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini(diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden af dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” Bakara 2/285
[2]De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinim hakkında şüpheniz varsa bilin ki sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza ben tapmam; ben ancak, sizin hayatınızı sona erdirecek olan Allah’a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emredildi.” Yunus 10/104
[3]Buhârî, Meğâzî, 12


03 Ocak 2018 tarihinde siyerdergisi.com’da yayınlanmıştır (bağlantı).