Ebû Bürde babası (Ebû Musa el-Eş‘arî r.a.)’dan şunları nakletmişti: Akşam namazını Resûlullah (sas) ile birlikte kılmıştık. Sonra aramızda “Keşke Resûl-i Ekrem ile birlikte yatsı namazını kılıncaya kadar burada otursak” diye konuştuk ve öyle de yaptık. Bir müddet sonra Allah’ın elçisi (sas) yanımıza çıkageldi ve “Siz hâlâ burada mısınız?” diye sordu. “Evet, Ya Resûlullah” dedik. “Seninle birlikte akşam namazını kıldık, sonra bekleyelim de seninle birlikte yatsıyı da kılalım diye düşündük.” dedik. “İyi yaptınız veya doğru düşünmüşsünüz” dedi. Sonra başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Çoğu zaman böyle yapardı. Ardından şöyle buyurdu: “Yıldızlar gökyüzünün güvencesidir. Yıldızlar yok olup gidince, gökyüzünün başına, olacağı haber verilen şeyler gelir. Ben de ashabımın güvencesiyim. Ben gidince, ashabımın başına geleceği bildirilen şeyler gelir. Ashabım da ümmetimin güvencesidir. Onlar gidince ümmetimin başına geleceği bildirilen şeyler gelir.” (Müslim, Fedâilu’s-sahâbe, 207; Ahmed, Müsned, IV, 399)
Peygamberlik Alameti
Kaynaklarımızda bulunan hadislerden bir kısmı, Hz. Peygamber’in geleceğe ait haber verdiği bilgileri içermektedir. Bu tür hadislere peygamberlik alametleri manasına gelen “Alâmâtu’n-nübüvve” denilmektedir. Yukarıda verilen rivayet de bu türden bir hadistir.
Hz. Peygamber (sas), ümmetine haber vermek için gayba ait bazı bilgilere Allah (cc) tarafından muttali kılınmıştır. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de haber verilmektedir.[1] Peygamber efendimizin geleceğe dair bazı bilgileri ümmetine haber verdiği rivayetlere ait örnekleri hadis kaynaklarımızın “fiten”, “melâhim” ve “eşrâtu’s-sa‘a” başlıkları altında görmek mümkündür.
Resûlullah’ın (sas) İmamlığında Namaz
Sahâbe nesli birçok yönden değerli bir konuma sahipti. İslam davasına ilk onların sahip çıkması, inen vahye direk muhatap olmaları, ortaya çıkan problemlerini Allah’ın Resûlü’ne götürerek ilk ağızdan çözüme kavuşturma imkanı, alemlere rahmet peygamberin ders halkasında yetişmeleri gibi daha birçok konu, o neslin kıymetini ortaya koyması açısından önemli göstergelerdir. İşte sahâbe neslinin sahip olduğu bu nimetlerden biri de bütün peygamberlerin imamı olan Efendimizin arkasında saf tutma bahtiyarlığıdır. Kutlu nesil bu fırsatı da en güzel şekilde değerlendirmiş, mümkün olduğunca namazlarını Resûlullah’ın peşinde kılmışlardır. Bu yolla bize; namazın kılınış şekli, cemaatle namazın önemi, namazda okunacak sûre ve duaların hangisi olduğu bilgisi de aktarılmıştır. Bu bilgilere sahip olma arzu ve iştiyakını bir kenara koyacak olursak, onun arkasında saf tutup el bağlamanın manevi lezzeti de ayrıca sahâbenin peşinde olduğu bir şeydir. Bu sebeple Ebû Musa el-Eş‘arî ve arkadaşlarının yaptığı gibi birçok kadın ve erkek sahabî, imkan nispetinde, bir namazın ardından diğer namazı bekliyor, Peygamberimizin arkasında namaz kılmayı arzuluyorlardı. Bizler bu nimetten mahrum olsak da, camiye ve cemaate devam ederek onların izlerini takip edebilir, o günkü cemaatle namaz hassasiyetini bugün de devam ettirebiliriz.
Üç Tespit Ve Sonuçları
Hadisimiz, Hz. Peygamber’in ve sahabe neslinin değerini göstermesi açısından önemli bir rivayettir. Ebû Musa’nın (ra) anlattığına göre, Efendimiz bir müddet gökyüzüne baktıktan sonra üzerinde dikkatle durulması gereken üç cümle söylemiştir.
1. Yıldızlar gökyüzünün güvencesidir. Yıldızlar yok olup gidince, gökyüzünün başına, olacağı haber verilen şeyler gelir.
Allah Teâlâ’nın kevnî ayetleri de okunması ve üzerinde tefekkür edilmesi gereken ayetlerdendir. Zira akıl sahipleri için, yerin ve göğün oluşumunda ve muhteşem düzenin korunmasında Allah’ın varlığına ve birliğine işaret eden deliller vardır.[2] Güneş sistemimizin içinde yer aldığı samanyolu yıldız kümesinde (galaksi) bizim dünyamız gibi, daha büyük veya daha küçük boyutlarda, yaklaşık iki yüz elli milyar yıldız daha bulunmaktadır. Kâinatın sadece samanyolu galaksisinden ibaret olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bilim adamları, samanyolu dışında 200 milyar civarında galaksinin bulunduğunu söylüyorlar. İşte bu devasa kâinatın ince bir düzenle sürüp gitmesi, büyük bir gücün hikmetle onu idare ettiğini göstermektedir. Sonradan var olan her şey için geçerli olan kanun[3] kâinat için de geçerli olduğundan, vakti saati gelince yıldızlar yörüngelerinden çıkacak, birbirine çarpacak ve hepsi yok olup gidecektir. Kur’an-ı Kerim bu tür kıyamet sahnelerinin anlatıldığı ayetlerle doludur.
O dehşet günü gelince gökleri yazılı kâğıt tomarlarını dürer gibi düreriz. Yaratmaya başlamadan önceki hale döndürürüz. Sözümüz sözdür; biz bunu mutlaka yaparız. (Enbiya 21/104)
Gökyüzü yarıldığı, yıldızlar döküldüğü, denizler birbirine katıldığı, kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı zaman, insanoğlu (yapıp) gönderdiklerini ve (yapamayıp) geride bıraktıklarını bir bir anlar. (İnfitâr 82/1-5)
Hadis-i şerifte kıyametin kopacağına işaret edilerek, o dehşet günü gelmeden önce imanı kuşanıp hazırlıklı olunması vurgulanmaktadır. Ama insanlığı, kıyamet sarsıntısının öncesinde başka sarsıntıların da beklediği bildiriliyor.
2. Ben de ashabımın güvencesiyim. Ben gidince, ashabımın başına geleceği bildirilen şeyler gelir.
Peygamber Efendimizin yaşadığı zaman dilimine “asr-ı saadet” adı verilmiştir. Mutluluk ve sevinç seneleri diye çevirebileceğimiz bu döneme asr-ı saadet denilmesi, Hz. Peygamber’in varlığı, Kur’an ayetlerinin nüzûlu, karanlık bir çağın yerini aydınlığa bırakması vb. sebeplerle olmalıdır. Beşerin yırtıcılıkta sırtlanları bile geçtiği, anarşinin bütün yeryüzünü işgal ettiği bir dönemde, insanlığı asli hüviyetine kavuşturacak düsturlar bu dönemde ilmek ilmek işleniyordu. Bu dönemde çekilen acı ve ıstıraplar bile inanlara lezzet veriyordu. Çünkü bütün bu sıkıntılar hak dava adına çekiliyordu. Ashap tereddütle sarsıldığında, şaşkınlık yaşadığında, işin içinden çıkamadığında, nasıl karar vereceğini bilemediğinde koşuyor Resûlullah’ın kapısını çalıyor, derdine çare buluyor, rahatlayarak geri dönüyordu. Müminlerin dünya arzuları silinip gitmiş, yerini Allah’ın rızası ve Resûlün muhabbeti almıştı. İslam kardeşliği, ensar-muhacir kardeşliği en üst seviyede yaşanıyor, sahabe isar örnekleriyle Kur’an’a konu oluyordu.[4] Ayrıca Efendimizin yaşadığı topluma Allah, azap göndermeye-ceğini haber vermiştir.
Sen içlerinde olduğun müddetçe Allah onlara azap etmeyecektir. Tevbe edip dururken de Allah onlara azap etmeyecektir. (Enfal 8/33)
Her canlının başına gelen şey, insanların en değerlisi olan Resûlullah’ın (sas) da başına gelmiş, Allah Teâlâ’nın “Şüphesiz sen de öleceksin onlar da ölecekler”[5] sözü tecelli etmiştir. Hz. Peygamber’in vefatıyla sahabe sarsıntı yaşamış, bazı ileri gelen sahabî efendilerimiz uzun süre kendine gelememişlerdir. Çünkü semadan vahiy kesilmiş, akıllarındaki bazı sorular cevapsız kalmıştır. Bir kısım insanlar mal, bir kısmı riyâset sevdasına düşmüştür. Cahiliye adetlerinden bazıları insanlar arasında dava edilmeye başlanmıştır. Halbuki Allah Resûlü hayattayken bu tehlikelere dikkat çekmiş: “Benden sonra küfre dönüp birbirinizin boynunu vurmaya kalkmayın”[6] buyurmuştur. Bir başka konuşmasında “Benden sonra hoşlanmayacağınız birçok şeyle karşılaşacaksınız”[7] diyerek vefatından sonra meydana gelecek karışıklıklara işaret etmiştir.
Resûlü Ekrem efendimizin vefatıyla baş gösteren karışıklıklar bazı dönemlerde hafiflemiş bazı dönemlerde akıl almaz seviyelere çıkarak sahabenin hayatta olduğu müddet devam etmiştir. Hadisimizde bundan başka sarsıntıların da olacağı haber verilmiştir.
3. Ashabım da ümmetimin güvencesidir. Onlar gidince ümmetimin başına geleceği bildirilen şeyler gelir.
Ashab-ı kirâm efendilerimiz nasıl ki, Efendimiz hayattayken, ihtiyaç duydukları bilgiyi ondan almışlarsa, ikinci nesil olan tabiîn de bilmediklerini asr-ı saadete şahitlik etmiş sahabeden öğreniyorlardı. Halledemedikleri herhangi bir konuyu biri bilmiyorsa diğer bir sahabîye sorarak çözüm buluyorlardı. Sahabe zamanında yaşamanın, onların dilinden İslam’ı, Kur’an’ı ve Resûlullah’ı dinlemenin ne büyük bir ayrıcalık olduğunun farkındaydılar. Bu kutlu nesil teker teker çekilip gitmeye başladıklarında haber verilen fitneler de başlamıştır. Ümmet arasında bölünmeler meydana gelmiş, fırka ve hizipler oluşmuş, dinde farklı farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Dinin aslında olmayan bazı düşünceler ve söylemler dine sokulmuş, sonradan gelenler öncekilere dil uzatmaya, onları itham etmeye başlamıştır. İş bununla da kalmamış, kılıçlar çekilmiş, kanlar dökülmüş, ümmet büyük bir savrulma yaşamıştır. İslam tarihinin sayfaları, Müslümanların yüreklerini dağlayan fitnelerin peşi peşine yaşandığı bu olayları anlatmaktadır. O günlerde başgösteren fitne ve karmaşa günümüze kadar devam etmiş, söylemeye dilimiz varmasa da, öyle gözüküyor ki daha da devam edecektir.
Ümmeti Muhammed, maalesef bu dini safiyetiyle yaşamayı başaramamıştır. Zaman zaman din düşmanlarının oyununa gelmiş, birbirine düşmüştür. Eğer Kur’an ve sünnet çizgisinde bir hayat yaşamayı beceremezsek başımız hiçbir zaman sıkıntıdan kurtulmayacaktır.
[1] Âl-i İmrân 3/179; Cin 72/26
[2] Âl-i İmrân 3/190
[3] Âl-i İmrân 3/185; Enbiyâ 21/35; Ankebût 29/57
[4] Haşr 59/9
[5] Zümer 39/30
[6] Buhârî, İlim, 43; Müslim, İmân, 118; Ebû Davud, Sünnet, 16; Tirmizî, Fiten, 28; Nesâî, Tahrîmu’d-dem, 29; İbn Mâce, Fiten, 5
[7] Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr, 8; Müslim, Zekât, 139; Nesâî, Âdâbu’l-kudât, 4
29 Eylül 2017 tarihinde siyerdergisi.com’da yayınlanmıştır (bağlantı).